Bu ilk birkaç cümle bahçeyi ve havuzu bilmeyenler içindir. Galatasaray Lisesi’nin çok etkileyici bir arka bahçesi vardır. Manzara olarak Marmara Denizi, Sarayburnu ve Haliç girişine bakar. İçinde de bir süs havuzu vardır. Havuzun resimlerini yukarıda görüyorsunuz. İçinde nilüfer çiçekleri, balıklar ve havuzun ortasında da bir deniz kızı heykeli vardır.
Bu bahçe Galatasaraylıların kutsalıdır, tahminen 4 dönüm kadar büyüklüktedir. Arka bahçemiz bizler öğrenci iken, 1951-1958 yılları arası, çok iyi bakılan, çiçeklerle dolu bir bahçe idi. Havuzun ortasında bulunan deniz kızının yanından su fışkırırdı. Çeşitli sebeplerle, ileriki yıllarda hem bu bahçe ve hem de bu havuz bakımsız kaldı, su kaçırmaya başladı ve onarılmadan kendi haline bırakıldı. Galatasaray Eğitim Vakfı kurulduğu ve ileriki yıllarda, bu havuz bahçe çöplerinin döküldüğü bir yer olmuştu. Yıllar geçti. Kimse ilgilenmiyor.
1999 yılı idi. Galatasaray Üniversitesi 1992 kurulmuş, aradan yıllar geçmişti. Kuruluştaki Üniversite Rektörü Prof. Dr. Yıldızhan Yayla’nın görev süresi 2000 yılında son bulacaktı. Sonrasında o günlerde Galatasaray Lisesi Müdürü olan Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in Yıldızhan Yayla’dan sonra Galatasaray Üniversitesi Rektörü olması düşünülüyordu. Ben 1998 yılında Tofaş Türk otomobil Fabrikası Genel müdürlüğündeki görevimden emekli olup Galatasaray Eğitim Vakfı’na tamamen dönünce zamanımın büyük bir bölümü Galatasaray Lisesi’nde geçmeye başlamıştım. Özellikle akşamları mesai sonunda Okul Müdürü Erdoğan Teziç ile sıkça buluşur, okul ile ilgili olarak fikir alış verişinde bulunurduk. Bu ortamda, birgün Erdoğan Teziç “Bener, Vakıf olarak çok büyük işler, önemli yatırımlar yapıldı, bir düzlüğe çıkıldı. Keyfimi kaçıran küçük bir ayrıntı var, o işi halledelim” dedi ve ilave etti. “Arka bahçedeki havuz yıllardan beri kendi haline terkedilmiş, hurda döküm yeri haline gelmiş bir durumda. Halbuki, bizlerin öğrenciliği zamanında orası etkileyici, özendirici bir güzellik örneği idi. Gel şurayı bir adam edelim. Zaten, yaparsak biz yaparız. Bizden sonrakilerden de beklemeyelim. Sen şu işi hallet” dedi. Tabii ki, Erdoğan ağabeyin isteği geri çevrilmemeli idi. Hemen harekete geçildi.
Bizim havuzun derinliği 1,5 metre kadardı. Havuzun dibi ve etrafı çatlamıştı, su kaçırdığı için devre dışı kalmış, içindeki nilüferler kurumuş, su tesisatı bozulmuş, harabe haline gelmişti. Havuz, döküntülerden temizlendi, su geçirmezliği sağlandı, derinliği 60 CM.ye indirildi. Sebebi de şu idi. Nilüfer çiçekleri 60 CM. derinlikteki bir havuzda en sağlıklı ve verimli olarak yaşar ve çiçek verirdi. Havuzun su tesisatı yenilendi. Su fıskiyesi, tesisata by pass eklenerek ayarlandı. Ortadaki deniz kızı onarıldı. Havuz öğrenciliğimizde bildiğimiz, tanıdığımız havuz haline geldi. Ve sonra, havuza balıklar salındı. Balıklar nasıl alındı? Eminönü’nde Mısır Çarşısı yanında çiçekçi, tohumcu, kuş, kuş yemi, akvaryum ve havuz balığı, balık yemi gibi canlı süs hayvanı ve yemleri satan dükkanlar vardı. Okuldan bir ekip kurduk, Eminönü’ne gittik. 30 kadar Japon Koi balıklarından aldık. Balıklar, 5-6 adedi birer uzun naylon torbalarda ve orada alışık oldukları suyun içinde olmak üzere hazırlandı. Dikey değil, yatay olarak taşımak üzere, arabaya yerleştirildi. Balıkların bir iki saat içinde suya salınması ancak önden torbalar içinde yeni yerleri olan havuzun su ısısına alıştırıldıktan sonra bırakılması gerekiyordu. Gerçekten, okula geldikten sonra, balıklar taşıma torbaları içinde suya bırakıldı, yarım saat kadar bekledikten sonra torbalar açıldı, balıklar suya salıverildi. Balıklar yeni ortama gelmişlerdi. Heyecanla etrafı keşfetmeye, sağa sola koşuşturmaya başladılar. Kısa bir süre sonra sakinleştiler. Yemleri de verildi. Rahatladılar. Birkaç yıl içinde, bu balıklar 25-30 cm. büyüklüğe kadar ulaştılar ve çoğaldılar.
Ben 2002 sonunda vakıftan ayrılana kadar, sağlıkları yerinde idi ve iyi besleniyorlardı. Halen mevcut birkaç balık var. Şimdilerde, Pilav günlerinde Liseli gençlerimizin bu havuzun kenarında toplandıklarını, sarmaş dolaş resimler çektiklerini gördükçe mutlu oluyorum, gurur duyuyorum. Tüm bu olaylar, film şeridi gibi belleğimden geçiyor. Bu anıyı anlatmaktaki amacım şu: Bir iş oluyor, meydana çıkıyor. Ama ne emek, heyecan, gayret ve düzen içinde! İz bırakan güzellikler yaratmak çok değerli, önemli, huzur verici işler. Bu güzellikleri korumak, saygı duymak da bir o kadar önemli ve değerli. Bu havuz ve deniz kızı, bizim gençliğimizin en ektileyici simgelerindendi. Düşünebiliyor musunuz? 13-14 yaşındayız. İlk defa çıplak bir kadın heykeli görüyoruz ve elinden su fışkırıyor. Ne etkileyici, ne büyüleyici. Ayrıca, etrafında oturup rahmetli Cıhat Arcıl hoca ile coğrafya dersleri mi yapmadık, arkadaşlarımızı şaka olsun diye havuza mı atmadık, havuzda yerleşik kurbağaları yakalayıp arkadaşların yataklarına mı koymadık, havuzun balıklarını mı yakalamadık, bahar günlerinde ders çalışken hayaller mi kurmadık, siyah beyaz resimler mi çektirmedik? Bizden önceki nesiller de bu duyguları yaşamadılar mı?......
Bu anlattıklarım, 1950'lerin Galatasarayı izlenimleri idi. Tabii ki, bugünün iletişim ve teknoloji çağında bunlar birer masal. Ama, bugünlere gelinmesinin temel taşları taa o zamanlarda atılmış, yerlerine döşenmişti. Bu kazanımların, herhalde saygı ve özenle korunması ve ileriki nesillere aktarılması gerekir. Umarım, bu şahane duygular hala devam ediyordur!
Sonraki yazıya ulaşmak için tıkla yınız.