Kadıköy’de 1940-1960 arası kuvvetli kışlar olurdu. Ben ilk okul öğrencisi iken benim boyumda kar yağdığını hatırlıyorum.
Kadıköy’den Haydarpaşa’ya karadan gitmek için, Çayırbaşı’nda tren raylarının üzerinden geçmek gerekirdi. Vasıtalar da aynı şekilde rayların üzerinden geçerek Haydarpaşa Garına giderlerdi. 1950 den sonra Çayırbaşı-İntaniye Hastanesi arasına karayolu köprüsü inşa edildi. Köprünün orta yerinden Haydarpaşa Garı yönüne bir ayırım yapıldı, Haydarpaşa Garına yürüyenler ve vasıtalar bu yola saparak ulaşırlardı. Bu yol Haydarpaşa Gar binasının güneydoğu yanında halen mevcut olan yola bağlanırdı.
Şehir Hatları vapurlarının tümü istim makinası ile çalışırdı. Yakıt olarak kok-linyit arası bir cins kömür kullanılırdı. Bu kömür cüruf ve kül bırakırdı. Bu kızgın atık malzeme kazan dairesinin bir bölümünde stoklanırdı ama içten içe de yanmaya devam ederdi. Hem sağlığa zararlı, hem sıcak ve hem de gemide fazla yer olmadığından, bu cürufun atılması, yok edilmesi gerekirdi. Bunun için şu işlem yapılırdı. İçi yanmaz tuğla kaplamalı kalın saçtan yapılma battal ve çok ağır hantal kovalar kullanılırdı. Bu özel kovalar, zincirli çekme mekanizması (caraskal) ile yukarı çekilir, zemin tavanına sabitlenmiş kalın askı ray üzerindeki makaralı sistem ile geminin bordasına doğru iki kişinin gücü ile itilir, oradan da Haydarpaşa açıklarında denize dökülürdü. Tabiatiyle, yıllarca bu iş yapıldı. Marmara’nın nasıl kirletildiğinin delilidir. 1950 ortalarında mazot motorlu gemiler devreye girince, bu ilkel görüntüler de yok oldu.
Kadıköy eski hal binası önünden Altıyol yönüne giden yol mevcut değildi. Sadece Altıyol yokuşu vardı. Orta yer tozlu bakımsız bir büyük arsa idi. Burada küçük çapta pazar kurulur, iş bekleyen boş kamyonlar dururdu. Üsküdar, Bostancı, Fenerbahçe, Moda, Hasanpaşa, Kısıklı tramvayları ve bütün trafik, meydanın güney ve kuzey yanlarında o zaman mevcut olan parke taş döşemeli dar yoldan ve hatta hemen binaların önündeki kaldırımın kenarından geçerlerdi. Altıyol’a çıkış arsanın güney tarafındaki yoldan, Osmanağa Caminin önünden geçerek yapılırdı. Osmanağa Camii önünde durak bile vardı. İnişte ise, arsanın kuzey tarafında halen mevcut olan Mühürdar Fuat Sokak’tan yapılırdı. Mühürdar Fuat Sokak, tümüyle inşaatçılar çarşısı idi. Yolun karşı tarafında da kum, kireç, çimento, tuğla, demir gibi ağır inşaat malzemelerinin satıldığı açık alanlar, depolar vardı. Sanıyorum, 1950 yılından sonra Kadıköy’e epeyce bir yatırım yapılmış olacak ki, bahsettiğim bu arsanın ortasında yol geçirdiler, tramvay yolu da döşendi. Yolun Kuzey tarafına 5 katlı binalar inşa edildi. Çok iyi hatırlıyorum. 1953 yılında bana akordeon alınmıştı. Bu akordeon o zamanlar yeni inşa edilmiş bir binanın altında bulunan Odeon Mağazasından alınmıştı. Markası Scandalli idi. Burada, buzdolabı, çamaşır makinası, radyo gibi eşyalar da satılırdı. 6 Eylül 1955 de bu mağaza talan edilecekti. O günü de çok iyi hatırlıyorum. O yeni açılan geniş yol, yağmalanmış, tamamen tahrip edilmiş mal ve malzeme ile kaplı idi. Tramvay rayları bile görünmüyordu.
1950 yılı ile birlikte İstanbul’a Anadolu’dan büyük göç başladı. Kadıköy’e büyük çapta ilk göçler Sıvas’tan özellikle Suşehri’nden oldu. Tramvayın eski dönüş yolu olan Mühürdar Fuat Sokağının batı tarafı ucu Anadolu otobüslerinin özellikle Sıvas'ın Suşehri ilçesine sefer yapan otobüslerin varış kalkış yeri oldu.
O zamanlar Anadolu'ya çalışan otobüsler şimdiki otobüsler gibi süper teknoloji harikası şeyler değildi. Çoğu kamyondan bozma tahta kasalı alçak tavanlı, saman dolgulu oturma yerleri olan, içinde ayakta durulması mümkün olmayan araçlardı. Ama dışları çok özenli boyalı, çiçeklerin ağaçların resmedildiği renkli canlı, dikkat çeken otobüslerdi. Çoğu 1946 model benzin motorlu koyu yeşil renkli Chevrolet marka kamyonlardan bozma araçlardı. Bagaj yerleri otobüsün alt tarafında değildi. Tüm taşınacak mallar otobüsün üstünde taşınırdı.
Çuvallar, masalar, iskemleler, tahta sandıklar, renkli tahta bavullar..... Akla gelebilecek her şey. Saymakla bitmez. O zamanlar deri bavul falan yok. Hepsi boyalı tahta valizler. Bu malzemeler, otobüsün üzerine çıkarılır, yerleştirilir, bağlanır, üstleri branda ile örtülürdü. Yaz kış bu değişmezdi. Şiddetli yağış veya kar olursa, artık yapacak bir şey yok.
Böyle gidiş gelişler, uzun yıllar sürdü. Ve böylece, Kadıköy'ün ilk ve popüler gecekondu mahallesi, şimdilerde gökdelenlerin dikildiği yer olan Fikirtepe'de oluştu.
O zamanlar bu otobüslerin plakaları bağlı oldukları bölgelere göre şehir veya kasaba ismi taşırlardı. Örneğin İstanbul merkezine kayıtlı araçların plakaları üzerinde İstanbul yazardı. Ama Pendik'te oturan bir kimsenin aracı Pendik plakası taşırdı. Suşehri'nin dahi plakası vardı. Yukarıda anlattığım araçlar Suşehri plakası taşırlardı. Örneğin, Çine ismini ben 10-12 yaşımda iken ilk kez duymuştum. Bu il veya ilçe isimli araç plakalarının 1963 yılında dahi var olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Çünkü, ben 1963 yılında İtalya'nın Genova kentindeki Banco di Roma bankasında üç ay için staj döneminde bulunuyordum. Bir pazar günü, bir de baktım ki, İstanbul plakalı Buick marka otomobil önemli otellerden birinin önüne yanaştı ve durdu. Çok heyecanlandım, çok etkilendim, çok mutlu oldum. Hemen koşup sahiplerine hoş geldiniz dedim, ama ne düşündülerse, bana hiç yüz vermediler.
Konuları fazla dağıtmadan esas Kadıköy'e döneyim. Kadıköy'ün çarşısı gene bugün bilinen bölgede bulunuyordu. Tabii, bu kadar gelişmiş büyümüş yayılmış değildi. Ana arter Yağlıkçı İsmail Sokaktı. Mühürdar Caddesi, Yasa Caddesi, Muvakkithane Caddesi, Rum Kilisesi Meydanı, Ermeni Kilisesi meydanı, Sarasker Caddesi temel taşı yerlerdi. Rum Kilisesi Meydanındaki Beyaz Fırın ve Cafer Erol dükkanları, Muvakkithane Caddesindeki şekerci Hacı Bekir ve Baylan Pastanesi, halen yerlerinde duruyorlar. Kadıköy'ün üç tane ekmek fırını vardı. En eskisi Yağlıkçı İsmail Sokağının sol başındaki Çarşı Fırını, meydana bakan Cumhuriyet Fırını ve Akveren Fırını. Bu fırınların hepsi klasik odun fırını idi. Üçüncü olarak 1950 den sonra açılan Akveren fırını, ilk olarak mazot ile ısıtılma sistemine geçmişti. Ama mazot kokusu ekmeklere sinerdi. Benim için bunların hepsi birer temel taşı, birer marka. Önlerinden ne zaman geçsem, mutlu olurum, gurur duyarım, sevinirim. Yağlıkçı İsmail Sokağının sol başındaki Çarşı fırını sonraları el değiştirdi. Halen gene Kadıköy'ün en eski esnafından Yanyalı Fehmi efendinin restoranı oldu. Şu an anılan lokantayı Fehmi Efendinin torunları olan üçüncü kuşak yönetiyor. Yıllardan beri aynı kalite, aynı titizlik, aynı özveri, aynı ilgi devam ediyor. Gurur verici bir işletme.
Bir sonraki yazıya ulaşmak için tık layınız
Bu web sitesi, tarihi değeri olan bilgiler ve örnek niteliğindeki yaşanmış olayları içermektedir. Ayrıntıları bilinmeyen veya önemsenmeyen çok özel ve çok önemli oluşumlar anlatılmaktadır. İlgi duyanların ve araştırma yapanların çalışmalarına ışık tutması ve yardımcı olması amaçlanmıştır.